İHH

19 Temmuz 2010 Pazartesi


Sex and the City ve Burka örneklerine farklı bir bakış

Geçtiğimiz günlerde bazı haber sitelerinde şöyle bir haber gözüme çarptı:

İngiltere’de, 1998 yılında çekilmeye başlanan ünlü televizyon dizisi Sex and The City’nin çapkın karakteri “Samantha Jones” gibi olmak isteyen Christina Saunders (30), 10 senede tam 1000 erkekle birlikte olduğunu açıkladı. 20 yaşında üniversiteye girdiğinde kendisine “10 senede 1000 erkek” hedefini koyan genç kadın, bu süre içinde haftada en az bir kere seks yaptı, pek çok grup seks partisine katıldı ve farklı milletlerden erkeklerle cinsel ilişkiye girmek için dünyayı dolaştı.

Sözkonusu arkadaş bu şekilde geçen 10 yılını şu cümlelerle anlatıyor;

“Samantha Jones tipi dekolte kıyafetler aldım, onun gibi sürekli tek gecelik ilişkiler yaşadım. Tıpkı onun gibi kendine güvenen, seksi ve akıllı bir kadın olmak istiyordum.” İşte bu cümle modernizmin kadını getirdiği nihai noktanın özeti gibi geldi bana. Artık kendine güvenen, güçlü, modern kadın imajı için dekolte kıyafetler giyerek bedeni teşhir etmek, 10 senede 1000 farklı erkek ile ilişkiye girme hedefleri koyuluyor önümüze. Peki bu duruma nasıl geldik bir bakalım ???

Modernleşme sürecinde bir dönüm noktası olan fransız ihtilali ile “pornografi”, yani cinselliğin ve kadın bedeninin teşhiri modernizmin yasası haline geldi. Bu dönemde, o zamana kadar kadın bedenini ve cinselliğini bastırarak onu kontrol altında tutan siyasi otoriteye bir başkaldırı olarak piyasaya sürülen “pornografik” yayınlarda bütün kadınların onun gibi olmasının istendiği “model” olarak yüceltilen çapkın bir fahişenin hikayesi anlatılmaktaydı: Libertine; tüm otorite figürlerinden azade bir biçimde cinselliğini yaşayan özgür kadın.

Fransız devriminde kadının özgürleşme hareketi olarak sunulan bu gelişmeye iktidarın cevabı ise erotikleşmeyi, bronzlaşma ürünlerinden porno filmlere kadar iktisadi ve belki ideolojik olarak sömürmek şeklinde oldu. Artık cinsellik ve kadın bedeni üzerinde denetim-baskı biçiminde değil, tam tersine denetim-teşvik biçiminde kendini gösteren yeni bir kuşatmayla karşı karşıya kaldı modern kadın: “çırılçıplak soyun; ama zayıf, güzel, bronz tenli ol!”

Bütün bu sürecin sonunda ise “kadının özgürleşmesi”nden mütevellit politik anlam ortadan kalktı, kadın bir ”fahişe”ye dönüştü ve sonuçta erkek karşısında zelil olan “modern kadın” oldu.

Bütün gün twitterda ve sözkonusu haberin altında yapılan yorumlarda her fırsatta kadının özgürlüğünden dem vuran “modern” erkeklerin gözünde bile 1000 farklı erkekle birlikte olan christina’nın ne derece “zelil” bir konumda olduğu dikkat çekiciydi.

Bu dikkat çekici haberin, Avrupa’da yaşayan müslüman kadınlara peçe yasağı uygulaması tartışmalarıyla aynı zamana denk gelmesinin bende hiç beklemediğim bazı akıl yürütmelere imkan verdiğini söylemeliyim. Bu tartışmalar sırasında İngiliz bir bakan, burkanın da bir özgürlük olduğunu ve örtünen kadının gücünü sembolize ettiğini şu sözlerle ifade etti;

“Bu ülkede yaşayan bir kadın olarak, ne giyip ne giyemeyeceğimin bana söylenmesini istemiyorum.
Burası özgür bir ülke, biz insanların özgürlüklerine önem veririz. Bir kadın için de her sabah kalktığında ne giyeceğine karar verebilmek onu gücünü gösterir.”

Örtünen, bedenini saklayan kadının özgürlüğü ve güçlülüğü çoğumuza son derece akıl almaz gelen ifadeler aslında. Ne giyeceğine kendisi karar verebilen kadın imajını bir yana bırakırsak teşhirin ve şeffaflığın karşıtı olan “mahremiyet” kavramını irdelediğimizde aynı derecede enteresan sonuçlara ulaşabilmek de mümkün.

Sözgelimi “mahrem” olan, yani başkasının müdahalesine haram kılınan, görünmeyen, örtülen; aleni olan karşısında her zaman daha güçlüdür. Çünkü tam olarak göremediğimizi, didik didik edemediğimizi algılamamız mümkün olmadığından, onu hiçbir zaman tam olarak ele geçiremiyor, indirgeyemiyor ve ona hükmedemiyoruz. Çin’de, İngiltere’de ve ya Osmanlı’da olsun hükümdarın her zaman en mahrem kimse olması, gözlerden mümkün olduğunca ırak olması, kendini saklaması da bu yüzdendir. Çünkü otorite kendini görünür kıldığı ölçüde açık verir, zaaflarını açık eder, dolayısıyla gücünü kaybeder. İnananlar için en büyük otorite figürü olarak kabul edilen “tanrı”nın da aslında “görünmez” olması bu noktada dikkat çekicidir.

Buradan bir iktidar aracı olarak örtünmeye ise uç bir örnekle gelelim;

Örneğin çırılçıplak sokağa çıktığımızı farz edelim; böyle bir durumda bedenimiz hoşuna gitsin veya gitmesin, bütün insanların dikkati ister istemez bedenimize yönelecektir. Bu durumda bizim varlığımız otomatikman et ve kemikten oluşan maddi varlığımıza indirgenecek ve transandantal yani zahiri olmayan yanımız (entelektüel, manevi,duygusal yanımız) arka plana itilecek ve bizim bu yönlerimizle var olma hakkımız kendiliğinden elimizden alınmış olacaktır.

Yani “cinsel özgürlük” adı altında seksi kıyafetler giymemiz, cinselliğimizi sınır tanımadan yaşamamız teşvikleri ve sözgelimi 1000 farklı erkekle birliktelik yaşama hedefiyle güdülendirilmemiz bir anlamda entelektüel, manevi ya da duygusal yönlerimizi yok sayarak bizleri birer et parçasına indirgeyen erkek egemen iktidara karşı tüm silahlarımızı bırakarak teslim olmamız anlamına gelmektedir.

Bu durum karşısında her örtünme hareketi bize ait bir mahremiyet alanı oluşturmakta ve ötekinin müdahalesine kapalı, özerk bir “ben”i koruma çabasına dönüşmekte değil midir?

İşte bu özerk “ben” bir tür egemenlik anlamına gelmekte ve örtünme kadının, onu bir meta olarak tüketmek isteyen modernizm ve erkek egemen iktidar karşısında özgürleşmesi anlamına gelebilmektedir.

Türban, başörtüsü, pece ya da burka kullanmayan bir kadın olarak bu yazıyı yazmam kuşkusuz bazılarına garip gelecektir. Bu noktada altını çizmek istediğim nokta şudur ki; bu yazıdaki amacım kesinlikle tüm örtünen kadınları kendine özgü bir otorite figürü, örtünmeyen kadınları ise zelil ilan etmek falan olmadığı gibi ortaya koymak istediğim ana fikir örtünen kadınların tamamının aslında, çoğumuzun sandığı gibi baskı altına alınmış, ezilen, sömürülen kadınlar olmayabileceği ve bununla beraber bizlerin son derece özgür olarak nitelendirdiği “modern” kadının ise farkında olmadan sistemin kölesi haline gelmiş olabileceği ihtimalidir. zıt konumlardaki bu en "uç" iki örneği seçmem de bu ihtimali daha belirgin kılabilmek adınaydı.

Bu konuyla ilgili tüm okuduklarım, yazdıklarım ve yaptığım çıkarımlar size yanlışmış gibi görünse dahi sırf bu ihtimal üzerinde düşünülmeye değer bence. Özellikle biz "kadınlar” için.

8 yorum:

  1. Sevgili Sinem;
    Yazını okurken sana sormak istediğim soruyu son paragrafta yanıtlamış olduğunu gördüm ama bu yanıt kafamda başka bir soru işareti oluşmasına sebep oldu. Her konu, her düşünce belirli kollara ayrılır. İnsan doğasının gereği olan da budur. On ayrı kişiye aynı konu hakkında fikir beyan etmesini söylesen en az yedi, sekiz tanesi farklı bir şey söyler. Kadınların kıyafet seçimi ile ilgili de böyle binlerce kombinasyon var. Değindiğin uç noktaların dışında kalan kısım ise bu uç noktaları kapsayabilecek hatta katlayarak fark atabilecek kadar büyük bir çoğunluğa hitabediyor. Ama nedense özellikle örtünen kısım zaten ellerinde olan özgürlüğü savunma yolunu seçiyorlar. Samantha Jones karakterini örnek alarak aynı davranışları sergilemeye çalışan kadın örneğinden belki on senede bir tanesi ortaya çıkarak ben böyle bir şeyi savunuyorum derken her sene yüzlerce kadın baş örtüsü ve örtünmeyle ilgili propoganda yapıp duruyor. Benim kişisel olarak umrumda değil gerçekten. Herkes kendi seçimini yapmakta özgür fakat nedense başı örtüsü kullanan bir hanımla günlük bir muhabbete girdiğim ilk on dakikada hemen kapalılık ve örtünme ile ilgili baskı dolu konuşmalara maruz kalıyorum. Bu sürekli başıma geliyor ve ne kadar konuyu kapatmaya çalışsam da bu sefer aynı fikire katılmadığım için kınanıyorum. Özellikle ülkemizde siyasi çıkarlar çerçevesinde zaten eğitilmemiş olan kadının dini düşünceleri sömürülerek, ananemizde var olan ve hepimizin savunduğu namus kavramı kilit noktası olarak gösterilerek ve bir de bunun yanına mahşer korkusu eklenerek konunun artık kişisel seçimden çıkıp bir baskı unsuruna dönüştüğüne inanıyorum. Bu baskı unsuruna karşıt düşünce olarak gösterilen çıplaklık ve namussuzluk etiketi ise biz orta noktada olan kadınların üzerine yapıştırılıyor. Sence burada bir haksızlık yok mu?

    YanıtlaSil
  2. aslında bu yazıyı yazarken alacağım yorumlarla ilgili en büyük korkum da buydu. benim bu yazıda yapmak istediğim son şey kadınları örtülü ya da örtüsüz olarak ayırmak ve yaftalamaktı fakat yaptığınız yorumla hemen olay yine cahil, eğitilmemiş, baskı altındaki örtülü kadın ve siyasi propaganda olarak türban seviyesine indirgenmiş oldu.
    özellikle örtünen ksısım zaten elinde olan özgürlüğü savunma yolunu seçiyor derken neyi kasdettiğinizi pek anlayamadım. başını örtmeyi seçen kadınların gerçekten özgürce bunu yapabildiğini mi düşünüyorsunuz? yıllardır bu kesim üzerinde varolan siyasi ve sosyal baskı, üniversitelerde ve kamusal alanda uygulanan ve hala uygulanmaya devam edilen başörtü yasağını nereye koyacağız o halde?
    başörtülü insanlarla sohbet ettiğimde bu konuyla ilgili baskıya maruz kalıyorum diyorsunuz, doğru olduğundan kesinlikle eminim ama bu başörtülü insanları tümden mahkum etmemiz için yeterli midir? benim de kendi üniversitemde bir çok örtülü arkadaşım var ve ben de şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki onlaarla bu meseleyi rahatlıkla tartışıyorum, aklıma yatmayan noktaları eleştriyorum ve örtünmem gerektiği konusunda hiç bir baskıya da maruz kalmadım. aslında onlarla tartışırken şunu gördüğümü de itiraf etmeliyim, kendi isteğiyle başını örten, üniversite öğrencisi olan yeni nesil dindarlar bana kendi çevremden, kendi akrabalarımdan çok daha açık fikirliymiş gibi görünüyorlar çoğu zaman. çnkü onların kimsenin kılık kıyafetiyle ilgili bir dertleri yok, yalnızca kendi inandıkları biçimde, özgürce yaşamak istiyorlar. başını örtmeyen insanlara da saygı gösteriyorlar, bunun her insanın kendi seçimi ve özgürlüğü olduğunu anlayabiliyorlar. ama benim içinden geldiğim kesim hala bunu kabullenebilmiş değil maalesef.
    bunu bir baskı aracı olarak kullanan kesimlerin varlığı da bir gerçek dediğiniz gibi ama aynı şey aksi yönde çok daha güçlü bir şekilde mevcut değil mi? örtülü kadınlar sürekli açılmaları,özgürleşmeleri(!) konusunda baskıya hatta hakaretlere maruz kalıyorlar. üstelik burada sözkonusu olan münferit baskılar da değil
    aynı zamanda "devlet" eliyle uygulanan resmi bir baskıdan söz ediyorum.
    son olarak bir baskı unsuru olan türbanın karşıtı olarak örtünmeyen kadınlara ahlaksızlık, namussuzluk yaftası yapıştırılması diye bir şey tabii ki kabul edilemez. dediğim gibi benim böyle bir fikri savunmam mümkün değil çünkü kendim başımı örtmeyi seçmedim zaten. evet rahat giyinmeyi seven bir insanım, islami anlamda örtünmüyorum fakat bedenimi aşırı derecede teşhir ederek kendimi aç "erkek" gözler karşısında tüketime hazır bir mal gibi sunmayı da asla kabul etmiyorum. ve bu düşünceden hareketle örtünen kadınların seçimlerine de saygı duyuyorum. benim düşüncemin özeti budur. okuduğunuz ve yorumunuzu esirgemediğiniz için de çok teşekkürler. ilk takipçimin yeri ayrıdır her zaman :)

    YanıtlaSil
  3. Türbanlı bir arkadaşıma niçin kapanıyorsun, siz erkeklerle de konuşmuyor musunuz diye sorduğum zaman. Kendine güveni tam olarak bana şu cevabı vermişti: “Erkeklerle konuşuyoruz, sinemaya gidiyoruz, hayatın her alanında varız. Ve varolmak için örtünüyoruz” demişti. İlk başta anlayamamıştım bu cevabını ama üniversitede aynı sınıfta olduğun arkadaşım kendimi örtüsüyle koruyordu. İkimizde aynı tanrıya inanıyorduk o tanrısının bunu emrettiğini söylüyordu. Ben ise bunu komik buluyordum ve bizim tanrımızın insanların kıyafetlerine değil yaptıklarına bakacağını söylüyordum.

    Bir kadın olarak okuldaki erkeklerin kapalı olan bu arkadaşıma olan davranışları ilginç gelmişti bana. Kendisini örtüsüyle koruduğunu söylemişti ve bu doğruydu. Erkek arkadaşlar okuldaki kızlarla giyimlerine göre diyalog kuruyorlardı. Sizinle aynı masada karı-kız muhabbetti yaparken türbanlı olan arkadaşın yanında namuslu erkek triplerine giriyordu. Bu kocaman bir yalandı ve bunu hepimiz adımız gibi biliyorduk. Ben arkadaşın iğrenç fantezileriyle zihnimi kirletirken, türbanlı olan arkadaşım kendisini koruyordu. Aynı erkek arkadaş, full mini etekli kızlara el kol şakaları yaparken bana yapmadığı dikkatimi çekti. Ewet erkekler biz kızları kıyafetimizle değerlendiriyordu. Benim mini eteğim yoktu ve ben mini etek giymiyordum çünkü erkeklerin aç bakışları karşısında kendimi güçsüz hissetmek istemiyordum. Sonradan fark ettim ki; bende mini eteğimi kendimi korumak için dolabına hapsetmiştim.

    YanıtlaSil
  4. Sinem bana belki kızıcaksın ama kafan hep karışık, düşüncelerin özgün ve güzel.

    Demişsin ki "tüm örtünen kadınları kendine özgü bir otorite figürü, örtünmeyen kadınları ise zelil ilan etmek falan olmadığı gibi ortaya koymak istediğim ana fikir örtünen kadınların tamamının aslında, çoğumuzun sandığı gibi baskı altına alınmış, ezilen, sömürülen kadınlar olmayabileceği ve bununla beraber bizlerin son derece özgür olarak nitelendirdiği “modern” kadının ise farkında olmadan sistemin kölesi haline gelmiş olabileceği ihtimalidir"

    Sadece şunu söylemeliyim "örtünsün ya da örtünmesin bir insanın otoriter yapısı veya baskı altında olup olmadığı bunlarla mütevellit kriterler oluşturamaz".

    Sadece "genele almayalım ama aslında baskı olmadan da insanlar örtünebiliyor" demişsin e gayet tabi insanlar kendi istekleriyle örtünsünler, isterlerse kafalarına huni geçirsinler. Temelde düşünmemiz gereken insanların ne giyip giymemesi gerektiğini kimse ona söylememelidir. Giydikleri yüzünden bir etikete tabi tutulmamalıdır örnek: "modern kadın".

    YanıtlaSil
  5. "modern kadın"dan kastım moden çağda kadın algısı.özellikle de egemen iktidar tarafından bizlere dayatılan kadın algısı.
    yani bu çağın kadınları.yani hepimiziz.
    dediğim gibi amacım kimseyi etiketlemek değil.

    YanıtlaSil
  6. Her ne kadar günümüzde en çok izlenenlerden biri "pornografi" olsa da Sex and The City tarzındaki diziler endüstri halini alıp ülkeden ülkeye ihraç olsa da, sayfalarında en çok çıplak kadın resmi kullanan "ucuz" gazeteler trajlarda yüksekleri daha yüksekleri zorlasa da, arama motorlarında en çok aranan kelimeler "erotik" "porno" "seks" vs. olsa da ve insanların artık seksin çeşitlerine çeşit katmak için kafa yorduğu bir dünyada yaşıyor olsak da bunun müsebbibi tabii ki maddi karşılık uğruna kendini teşhir edip "kadın" kimliğini yerle bir eden hemcinslerinizdir.Bununla beraber materyalist felsefenin dayattığı acımasız hayat kurallarıdır. Sevgili sinem hanım'ın bir haberden vermiş olduğu "1000 erkekle yatma hedefi" örneği aslında bize birçok şeyi özetlemektedir. Öyle bir ofsayt bir durumdurki bu medyada bu insan şuanda "zoru başarmış" gibi lanse edilmektedir.Medya böyle bir kadını tabii ki manşetlere taşıyacaktır çünkü bütün dünyadaki basının en vazgeçilmez malzemesi maalesef aldatan kadın, soyunan kadın, kamera önünde seks yapan kadındır. Oysa kadının gücü bellidir bir din bilgini kadın için "ahir zamanın fitnesi" demiştir (tabii ki burada zamir değil mecaz kullanılmıştır.) 20 yaşındaki bir kız sokağa çıktığı andan itibaren benim "leş kargaları" diye nitelediğim milyonlarca cinsel yönden açlık çeken hasta bulabilir. Değil haftada bir dilerse günde 7 kişi ile birlikte olabilir ve yine dilerse bunu göğsünü gere gere (aça aça mı demeliydim) medyaya servis edebilir. Ne yani "bedenimden faydalanmak isteyen fikirlerim umurlarında olmayan onları sekse doyurduğum kadar beni kabullenen insanlarla yattım" mı diyecekti? Tabii ki öyle demek yerine "istediğim kişiyle yattım istediğim kişiyle tek gecelik ilişkiler yaşadım ve şuan Dalya yaptım nerde benim kupan" havasını estirecekti.
    Hala buradaysanız eğer sevgili bayanlar kendinizi erkeklere malzeme yapmamak sizin elinizde. Biz erkekler kadınlara karşı son derece acımasız olabiliyor, yukarıdaki bir yorumcu arkadaşımızın da belirttiği gibi "eteğinizin boyu"na göre davranış biçimlerimizi değiştirebiliyoruz. Yolda mini etekle geçen bir kızın bakışlardan rahatsız olup "ne bakıyorsun aptal" demesi karşılığında "bakmamı istiyorsun ki böyle giyindin" kanısı hep zirvededir.
    Tesettürden kasıt peçe,çarşaf,türban yani klişe bildiğimiz şeyler değildir. Tesettür teşhirciliğe karşı bir set oluşturuyor olan herşeydir. İnsanın davranışları da buna dahildir!
    İşin dini boyutu benim ne bilgi alanımdadır ne de yorum yapabileceğim kadar uzmanlık alanım ama en azından "kimlik" boyutunu siz temiz kalpli bayanların "özel" olduğunuzu hatırlamanıza yardımcı olması açısından düşünmeniz gerektiğine inanıyorum.
    Çok uzun oldu ancak söylecek çok şey var bu konuda o da belki daha sonra.
    Saygılarımla
    Coolkul

    YanıtlaSil
  7. pornografinin bu kadar yaygın olmasının tek müsebbibi olarak kadınları görmenize katılmam mümkün değil. bu yazıda yapmaya çalıştığım da zaten egemen iktidar tarafından medya,tüketim ürünleri, reklamlar,diziler, filmler vs. aracılığıyla kadına modern zamanın bir gereği olarak dayatılan çıplaklık ve cinselliğin eleştirisiydi.
    kadınların buna izin vermemesi gerektiği ve bu şekilde sömürülmeye karşı çıkması konusunda hemfikiriz zaten ama bir erkek olarak sizden de kadınlara bu kimliğin dayatılmasında erkeklerin rolünün ne boyutta olduğuyla ilgi veya erkeklerin modern kadına bakışıyla ilgili biraz özeleştiri yapmanızı beklerdim.
    mesela kendi annesine veya kızkardeşine yan gözle bakılmasına tahammülü olmayan erkeklerimiz başkasının karısına,kızına veya annesine yan gözle bakmakta neden bir beis görmediği, erkek aklının bu kadar basit bir empatiyi kurmaktan bile yoksun olup olmadığı da üzerinde düşünülmesi gereken noktalar değil midir?

    YanıtlaSil
  8. Twitter'da bu yazınızı paylaşan arkadaşa “Burada yazılanlara itirazım var” dedikten sonra birkaç gün işlerin yoğunluğundan dolayı yanıt yazamadım. Şimdi yeniden yazıyı okudum ve ilk aklıma gelen itirazlarımı sıralıyorum (Biraz acelem var. Yola çıkıyorum ama çıkmadan itirazlarımı yazmadan edemedim:):

    1- Birincisi kadınların giyim ve cinsel yaşamı üzerinden bir özgürlük tanımı üzerinde akıl yürütmesi yapılarak günümüzdeki “laikçi-yobaz” tartışmalarının bir benzeri yinelenmiş. Modernizmin giyim kuşam üzerinden günümüz açısından geçerli olduğu belirtilen bir tahlili yapılmaya çalışılarak, “bu yönde bir modernizme karşı örtünen kadının mahremiyetinin, gerçek özgürlük anlamına gelinebileceği” yönde bir sav yinelenmiş. Bu yöndeki fikirler bana popüler kültürün özgürlük tanımını hatırlatıyor. Yanlış hatırlamıyorsam Coca-Cola'nın bir reklamında bu içecekten içen gençler yola uzanıyor ve bu hareket üzerine de “gençlerin özgürleştiği” vurgusu yapılıyordu. Bu yazı ters açıdan bir anlamda benzer bir yanlışa düşüyor. Özgürlük veya modernizm, farklı bir perspektiften, en azından açılıp saçılma ile değil de fikriyatta, üretim sürecinde ve sistemsel bir anlamda ele alınmalıydı.

    2- Birinci itirazımın sonunda söylediğimi biraz açacak olursam, kadının metalaştığı dönemler, insanlık tarihine bakıldığında sömürünün daha çok arttığı dönemlere denktir. Bence bu konu üzerine biraz daha çalışılmalı. Mesela bende yukarıdaki haberde örneğini verdiğiniz Sex and the City yaşam biçimine şiddetle itiraz ediyorum ve emperyalist sömürünün parçası olduğuna inanıyorum. Ancak kadının burka, türban tarzı örtünmesinin de farklı bir sömürünün parçası olduğuna inanıyorum. Bunu Afganistan'a giden biri olarak söylüyorum. Elbetteki Afganistan örneği, bu konuda uç bir örnek. Ancak Türkiye'de de farklı bir sömürü mekanizması işliyor. Örneğin benim savunduğum Yakup Kadri'nin Ankara'sında anlattığı özgür kadın örneğidir, RTE'lerin savunduğu kadın özgürlüğü örneği değildir.

    3- Fransız Devrimi örneği vermişsiniz. O dönem hem devrimciler hem de devrim karşıtları kadınların ön plana çıkmasına itiraz etmişlerdi. Bunu Rousseau'nun yazılarında da görebiliriz. Mevcut iktidar da devrimciler de kadınların evde oturmasını, aileye bakması gerektiğini ileri sürmüş, kadınların politik düzeyde ön planda yer alması “Kadının kendini erkekleştirmesi” olarak yorumlanmış ve reddedilmiştir. Ancak kadınlar, mücadelenin ön safında yer edinerek bu hakkı tabiri caizse söke söke aldı. Erkek egemen toplum da, kadının bu hakkı almasının önüne geçebilmek için kadını metalaştırma yoluna gitmiştir. Bu noktada bir nebze size katılıyorum. Ancak burada eleştirilmesi gereken devrimin genel niteliği değil, devrimi yapanların bile düştüğü hatadır.

    4- Kadının metalaştırılmasını da biraz açacak olursak, yukarıda sözünü ettiğim gibi, kadın en fazla sömürü dönemlerinde kılık kıyafetle değerlendiriliyor. Ancak öz değişmiyor. Örneğin kadın bedeni “özgürlük adı altında” günümüzdeki “modern” olarak nitelendirilen toplumlarda cinsel öğe olarak ön plana çıkıyor. Ancak kadının örtünmesini savunan toplumlarda da kadın bedeninin bir meta olması gerçeği değişmiyor. Örneğin başlık parası uygulaması, kadının üretim sürecinde yer almaması gerektiğine olan inanç vs. kadını evinde sadece erkeğine hizmet etmek üzere yaratılmış bir canlı olarak görme mantığının altında da cinsellik yattığını unutmamak gerekir. Örneğin mevcut hükümet mensuplarının kızlarının genellikle evlendikten sonra çalışmaması da benzer bir şekilde yorumlanabilir.

    Bence savunulması gereken şey, kadının en az erkek kadar cinsel özgürlüğünün olduğunu unutmadan, günümüzde ahlaki olarak tanımlanabilyecek sınırların dışına çıkmadan, kadının üretim sürecinde yer alma özgürlüğünü savunmak gerekliliğidir.

    Umarım derdimi kısaca anlatabilmişimdir. Belki daha geniş bir zamanda daha ayrıntılı bir yanıt verebilirim. Şu an zamanım yok. İstanbul'a doğru yola çıkacağım. O yüzden kısa tuttum.

    Selamlar...

    YanıtlaSil